Lizbon’da kaldığımız günler içerisinde birçok keyifli zaman
geçirdik ancak sanırım en keyiflisi Lizbon Kalesi’ne gittiğimiz zamandı.
Lizbon Kalesi’ne Baixa-Chaido ile Barrio Alto’nun kesiştiği
meydanda bulunan tramvaylarla rahatlıkla gidilebiliyor. Ancak yine de tramvaydan
indiğinizde kalenin bulunduğu tepeye kadar yürümeniz gerekiyor.
Arnavut kaldırımlı, dışı seramik kaplı evlerin arasından
Kale kapısı ve giriş sizi karşılıyor. Buraya giriş 7,5 € ancak biz TRT Porto
Muhabiri İbrahim Bey’le bir grup olarak geldiğimizi yetkililere iletiyoruz ve
bizi Kale’nin Halkla İlişkiler, Basın ve İletişim Sorumlusu Susana Repolho
Correia karşılıyor.
Kendisi bizi içeriye ücret almadan ve bizzat eşlik ederek
gezdiriyor. İbrahim Bey, Susana Hanımın anlattıklarını Portekizceden Türkçeye
çeviriyor.
İbrahim Bey 5 yıl Lizbon’da yaşamış daha sonra TRT Porto
Muhabiri olarak Porto’da yaşamaya başlamış. Sanat Tarihi Üzerine Master yapıyor
ve Balıkesir Gazeteciler Cemiyeti’nin projesi kapsamında iki gün bize eşlik
etmek üzere gelmiş. Kendisi çok iyi bir gazeteci ve aynı zamanda Portekiz’de
yayın yapan www.boletimdenoticias.com ve www.ptcultura.pt
isimli internet sitelerinin yöneticisi. İnternet sitesiyle çok güzel bir iş
yapıyor. Sitede Türkiye’den ve dünyadaki Müslümanlardan haberleri Portekizce
yayınlıyorlar. Aynı zamandan Portekiz’den haberlere de sitelerinde yer veriyorlar.
Diğer site ise bir kültür portalı olarak yayın hayatına devam ediyor.
Kale’de turumuza girişteki muhteşem Lizbon manzarasıyla bir
meydan karşılıyor. Burada daha önceki yazımızda bahsettiğimiz Alfonso Henrik’in
heykeli bulunuyor. Bilindiği gibi Henrik, Portekiz’in kurucusu Fransız Komutan.
Burada Susana Hanım, Lizbon’un tamamen yıkıldığı 1750
depreminde yıkılan yerleri anlatıyor. Lizbon o tarihte tamamen yıkılmış.
Özellikle deprem sonrası tusunami şehri hem daha çok tahrip ediyor hem de 4 gün
sürecek yangınların çıkmasına neden oluyor.
O zaman ki Kral Marques Bompal şehri tekrar depreme
dayanıklı, kazık sistemi temeli olan evlerden oluşan, ızgara şeklinde yeniden
imar ediyor. Zaten Lizbon’u tekrar ayağa kaldırmasıyla bugün bile heykelleri ve
anıtları bulunan bir büyük krala dönüşüyor. Burada yaptığımız sohbette Aynı
zamanda Marques Bompal’ın depreme dayanıklı mimarinin kurucusu olduğunu
öğreniyoruz.
Lizbon yukarıdan baktığınızda çok güzel planlanmış bir
şehir. Eski yapılardan oluşan büyük bir şehir düşünün, arada bizimkine benzer
farklı ve çirkin mimaride hiçbir bina yok. Neredeyse her dört parselin
ortasında bir meydan ve medyanın ortasında bir heykel hemen göze çarpan mimari
özelliklerden.
Susana Hanım ve İbrahim Bey’le devam eden turumuzda Lizbon
kalesiyle de ilgili ilginç bilgiler alıyoruz. Üzerinde bulunduğumuz kale
Müslümanlardan kalan bir kale ama söylenene göre kan dökülmeden teslim edilmiş.
Yukarıda bahsettiğim gibi Fransız Komutan Alfonso Henrik,
Lizbon’a girdiğinde kaleyi kuşatıyor ve 4 ay süren kuşatmanın sonucunda kale
teslim alınıyor. Ancak Fransızların merak ettiği bu kale nasıl lojistik destek
almadan bu kadar uzun süre dayandığı. Araştırdıklarında Endülüs medeniyetinin
geldiği noktayı görüyorlar. Kalenin içinde büyük depolar ve su kuyularını
keşfediyorlar. Ayrıca birçok yerde silolara rastlıyorlar.
Kaleyi gezerken bariz bir İslam eserini gezdiğiniz hissine
fazlasıyla kapılıyorsunuz. Burçlar o kadar bizdekilere benziyor ki, sanki
Osmanlı’nın bir kalesini geziyorsunuz hissi veriyor.
Kalenin burçlarına tırmanıyoruz ve bizi çok güzel bir Lizbon
manzarası karşılıyor, işte o zaman Lizbon’un nasıl bir yer olduğunu
görebiliyorsunuz.
Gezimiz sırasında Susana Hanım bizi Kalenin belki de en
güzel yerine götürdü. Burası bir gözetleme kulesi. Tasarımı Leonardo da Vinci’ye
ait periskop kulesine giriyoruz.
Periskop kulesi Lizbon Kalesi’nde mutlaka görülmesi gereken
yerlerden. Duyduğumuza göre birçok Türkiye’den turist ya görmediği ya da
anlamadığı için periskop kulesine girmeden gidiyormuş. Biz girdik. Susana Hanım
ve İbrahim Bey’in eşliğinde Da Vinci’nin muhteşem periskobunu gördük.
Periskop kulenin tavanına asılı iki mercek vasıtasıyla
tamamen gün ışığından faydalanmanın bir çeşidi şeklinde icat edilmiş. Odanın
ortasında bulunan ekrana yansıyan görüntünün gerçeğinden farkı yok. O kadar
detaylı izleyebiliyorsunuz ki Lizbon’u, sokaklarda yürüyen insanları, arabaları
odanızın içindeki oval masada izleyebiliyorsunuz.
Susana Hanım’a bu deneyimi bize yaşattığı için
teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Periskoptan sonra Susana Hanım bizi kalenin asıl kapısına ve
burada yapılan kazılarda ortaya çıkartılan Endülüs Evleri ve Tunç Çağından
kalma mutfağın bulunduğu sahaya götürdü. Burada yine kendisinin eşliğinde çeşitli
incelemelerde bulunduk. Şunu da söyleyeyim burası 2011 yılında (yanlış
hatırlamıyorsam) Avrupa’nın en iyi yenileme ve sunum projesi seçilmiş. Bulunan
kalıntılar hem korunmuş hem de o dönemin mimarisi canlandırılmaya çalışılmış.
Beyaz duvarlar tüm kalıntılar boyunca yalnızca 6 çelik direk
üzerine konumlandırılmış. Mimar projeyi hazırlarken, kalıntılara kazık
çakılmasını söylemiş ancak arkeologlar buna karşı çıkmış ve mimardan
kalıntıların üzerinde bulunan 6 oyuğu kullanmasını istemişler ve bu güzel proje
ortaya çıkmış.
Daha sonra burada bulunan kalıntıların sergilendiği müzeyi
gezdik. Burada Endülüs dönemine ait bir çok normal hayatı yansıtan eşya
sergileniyor. Bazı eşyalar ve eşyaların üzerindeki motifler bizim motiflerimizi
andırıyor. Bu müze de Lizbon Kalesi’nde gezilmesi gereken yerlerden.
Müzeden sonra Susana Hanım bizi yolcu ediyor ve kendisine
Türkiye’yi hatırlaması için nazar boncuğu ve kilim motifi hediye ediliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder